İZMİR’DAKİ MARDİNLİLER EĞİTİM, DAYANIŞMA VE YARDIMLAŞMA VAKFI
ÜYE KAYIT FORMU
ADI / SOYADI
MESLEĞİ / SANATI
NÜFUS KAYDI
CÜZDAN SERİ NO
BABA ADI
T.C. NO
ANA ADI
DOĞUM YERİ
KAN GURUBU
DOĞUM YILI
MEDENİ HALİ
NÜFUSA KAYITLI OLDUĞU YER
İLİ
İLÇESİ
MAHALLE
KÖYÜ
CİLT NO
AİLE SIRA NO
SIRA NO
REFERANS
EV ADRESİ
İŞYERİ ADRESİ
CEP TELEFONU -1
İŞ TELEFONU
CEP TELEFONU- 2 (AİLENİN)
E-MAİL
İZMİR’DAKİ MARDİNLİLER DAYANIŞMA VE YARDIMLAŞMA VAKFI (MARDAV)BAŞKANLIĞINA
ÜYE KAYIT NUMARASI
ÜYELİĞE KABUL
Yukarıda kimlik ve iletişim bilgilerimin doğru olduğunu, adres ve telefon degisikliğinde vakfa bilgi vereciğimi beyan eder üye kaydımın yapılmasını saygılarımla arz ederim. …… / …… / ….. İMZA
Yönetim Kurulunun ……./….…../………. tarih ve ………….. Sayılı Kararı ile üyeliğe kabul edilmiştir.
İZMİR’da yaşayan Mardinliler, doğdukları topraklara hizmet etmek amacıyla bir araya gelebilmek için uzun yıllar çaba sarf etmişlerdir. Sonunda bu isteklere cevap verebilecek nitelikte bir kuruluş olmak üzere, Mardinlilerden oluşan 72 kurucu, Kurucu Başkan Sayın Rasim Kahraman’nin etrafında toplanarak 2012 yılında MARVAK Mardinliler Eğitim ve Dayanışma Vakfı’nı kurmuşlardır.
MARVAK, vakıf senedinin başlangıç kısmında da belirtildiği gibi, Kurucular, insanların en fazla gereksinme duydukları sosyal ve kültürel alanlarda karşılıksız hizmet, toplumda yardımlaşma ve dayanışma gibi üstün ilkeleri benimsemişlerdir. MARVAK’in öncelikli faaliyet alanları eğitime destek, hemşehriler arasında dayanışma ile Mardin’e sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda katkı sağlamaktır.
MARVAK, kuruluşundan bu güne kadarki sürede nitelik ve nicelik olarak yükselen bir vakıf olmaya başarmıştır. Bu yükselişini, hiç şüphe yok ki görev yapan başkan ve yürütme kurullarına, yönetmenler kuruluna, komitelerine ve hiçbir zaman yardımlaşmayı esirgemeyen mensuplarına borçludur. Kuruluşundan bugüne kadar, vakıf hizmetkarı olarak adlandırılan başkan Rasim Kahraman Halihazırda genel başkanlık görevini sürdürmektedir.
MARVAK, bir yandan Mardin dışında yaşayan Mardinliler arasında tanışma, dayanışma ve asırlar öncesine dayanan kadim Mardinlilik kültürünün kaybolmamasına gayret ederken özellikle imkansızlıklar nedeniyle yüksek tahsil imkanı kısıtlı gençlere burs ve ayni yardım gibi katkılarla destek olmakta, diğer sosyal alanlarda da aynı gibi ulvi duygularla faaliyetlerini sürdürmektedir. Din, dil, ırk, mezhep ayrımı gözetmeksizin ve tüm siyasi görüşlere eşit mesafede duran MARVAK tüzel kişiliği, yıllar yılı sözünü ettiğimiz bu ilkeler doğrultusunda, birlik ve beraberlik içinde Mardinlilere yoğun hizmet vermektedir. Gelişen şartlar ve ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda 2013 yılında mevcut faaliyet alanlarının yanında Mardin’i Türkiye ve dünyaya tanıtmaya, turizme destek, kültürel ve tarihi mirasların korunmasına ve özellikle restorasyon çalışmalarına katkı gibi konular da vakıf senedine eklenerek söz konusu alanlarda zaten sürdürülen çalışmalara hukuki altyapı sağlanmıştır.
Kuruluşundan bugüne gerek genel merkez eliyle yüzlerce yüksek okul öğrencisine burs imkanı sağlayan vakfımız, her yıl düzenli olarak İZMİR’daki ihtiyaç sahibi hemşehrilerine erzak yardımını gelenekselleştirmiştir.
Dünyadaki yeni yapılanmalar doğrultusunda Sivil Toplum Kuruluşları artık kamu ve özel sektörden sonra üçüncü güç olarak anılmaya başlamıştır. Her geçen gün önemi giderek artan sivil toplum kuruluşları arasında bugüne kadar başardıklarıyla ayrı bir yeri olan MARVAK, faydalı çalışmalarıyla kişilere bağlı olmaktan sıyrılıp, dünya üzerindeki örnekleri gibi uzun yıllar boyu işlevini sağlıklı bir biçimde sürdürebilmek adına kurumsallaşma yönünde önemli adımlar atmaya başlamıştır.
Geçmişten bu yana farklı dini inançlar ile gelenek ve göreneklerini çağdaş bir anlayış içinde sürdürmekte olan Mardin, bu çeşitliliğin bir yansıması olarak el sanatlarının da beşiği olmuştur.
Çanak çömlek, demircilik, bakırcılık, kalaycılık, kuyumculuk, gümüşçülük (telkâri), iğne oyası, Midyat el nakışı, tohum iğnesi, yorgancılık, oyacılık, boyacılık (sibbeğ), dericilik (debbağ), sabunculuk, dokumacılık, şalüşapik (özel bir kumaş dokumasıdır), kilimcilik, halıcılık (yün ve ipek), semercilik, keçecilik, tahta oymacılığı (kakmacılık), sedef işlemeciliği, halburculuk (gürgen ağacı işlemeciliği) ve taş oymacılığı gibi yöreye has el sanatları eski çağlardan beri yapılmaktadır.
Telkâri Telkâri, tel haline getirilmiş gümüşü veya altını tahta üzerinde açılmış oyuklara kakarak ve gömerek yapılan bir süsleme sanatıdır. Tel haline getirilen altın ve gümüş kanaviçe zarafetinde ilmek ilmek işlenerek süs ve ziynet eşyalarına dönüştürülür. Bu ince el sanatı Mardin ve Midyat ilçesine özgü olup, başka bir yerde görmek mümkün değildir.
Testicilik- Çömlekçilik Testicilik ve çömlekçilik (bardak, çömlek, küp, saksı vb. ürünler) merkez ve Midyat ilçelerinde çok eski yıllardan beri devam eden sanat dallarıdır. Yörenin kırmızı toprağının küp yapımcılığına elverişli olması, söz konusu sanat dallarının bu ilçelerde gelişme göstermesinin en önemli nedenidir. Aynı zamanda testi ve küplerin evlerin kubbeli tavanlarında kullanılması, Mardin’e özgü bir mimari tarzının gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Bakırcılık Bakırcılık, şehrin özel dokusunda yer bulan ve kendi adıyla anılan çarşısında yüzyıllardan beri varlığını sürdürmekte olan bir sanattır. Bakırcılıkta ürünlerin ortaya çıkması son derece ağır şartlarda gerçekleşmekte ve işin tamamı el gücüne dayanmaktadır. Yörede bir çok sofra takımı, çanak, kaşık, kepçe, kevgir, sini, leğen, kazan, ibrik ve su güğümü gibi mutfak eşyaları üretilmektedir.
Oyacılık- Basmacılık Çok köklü bir geçmişe sahip olan iğne oyası, müstesna bir sanat dalıdır. Masa örtüleri, oda takımları, kırlentler, yazma çevreleri, mendiller ve benzeri aksesuarda motifle nen bu sanat dokusu, günümüzde de, yöre kadınları arasında önemini kaybetmeden devam ettirilmektedir.
Kök boya ile, el yapımı tahta kalıpları kullanmak suretiyle şekillenen basmacılık ise, daha çok nevresim, perde, masa örtüsü, bohça ve tablo gibi ürünlerin yapılmasında kullanılmaktadır.
Taş İşletmeceliği
Mardin’e adeta hayat veren taş işleme sanatını, mimari dokunun her alanında görmek mümkündür. Evlerin, camilerin, manastırların, hanların, hamamların ve medreselerin içinde ve dışında bu sanatın özgün örnekleri görülür. Kapı, pencere, sütunlar, kemerler taş işçiliğinin oya gibi ince örnekleriyle bezelidir. Ahşap Yontma Sanatı
Ahşap yontma sanatı Mardin’de taş oymacılığı kadar meşhurdur. Kapı, minber, kanepe, konsol, gelin sandığı, takunya gibi günlük kullanım eşyalarında kendini göstermektedir.
Mardin mutfağı tıpkı kültürü gibi çok renklidir. Binyıllardır Mezopotamya’da harmanlanan dinlerin, dillerin, ırkların ve kültürlerin ürünü olan bu mutfağın komşularıyla benzeşen yönleri olsa da kendine has lezzetleri de hiç de az değildir. Verimli Mezopotamya ovası üzerinde konuşlanan Mardin, tarımın anavatanındaki kültürel zenginliklerle beraber, bölgedeki tüm yemişleri, yiyecek ve içecekleri barındıran zengin bir mutfağa sahiptir.
Bu zenginliğin yansıması olan Mardin mutfağının badem şekeri, sembusek, kaburga dolması, mumbar dolması, kiliçe çöreği, bulguru ve ikbebet (haşlanmış içli köfte) gibi 7 ürünü özgünlükleriyle coğrafi işaretle tescillenmişlerdir. Bunların dışında Mardin mutfağını oluşturan yemiş ve zerzevatlar da Mardin mutfağında önemli bir yer tutmaktadır.
Acur (Trozi-Kıtte) salatalarda kullanıldığı gibi gızbara ve koruk üzümü ile tatlandırılmış turşusu da çok lezzetlidir. Acur turşusunun en belirgin özelliği, fermantasyon esnasında “Gızbara” baharatının kullanılmasıdır. Bununla beraber acur turşusunun yapımında doğal şeker içeren “Mazruna Koruğu” kullanılır.
Yaz mevsiminde olgunlaşan “Rami” (Şelengo) meyvesı, Mardin kimlğine münhasırdır ve salata ve turşularda kullanılır.
Şeker hastalığına iyi gelen “Ballot” ise, bölgede bulunan kayalıklı dağların eteklerinde yarım boy ağaçlarında yetişir.
Midyat kavunu (petiğ) dört farklı aroma taşır ve bu aromalar farlı isimlerle (Tırş- Hamız-Aseli-Hıllu) anılır.
“Pivok” diğer adı ile çiğdem Nisan ayında bölgede yetişen bitkilerdendir ve kalp hastalıklarına iyi geldiği iddia edilmektedir.
“Keme” Mart-Nisan aylarında gök gürültüsü ve yağmurun bol olduğu mevsimlerde şimşeğin toprağa vurması ile olgunlaşarak Mardin coğrafyasında yetişen bir yer altı mantarıdır. Keme, müthiş aroması ile Avrupa’da paha biçilmez olan “Trüf” mantarının Mardin alternatifi olarak bilinir.
“Kenger” diğer adıyla “Harşef”, yine bu coğrafyaya has dikenli bir şifa bitkisidir. Kenger, Kahverengi, yeşil ve beyaz dikenli hatlarıyla doğanın yeryüzüne sunduğu bir sanat eseri olarak yorumlanır…
”Gızbara” (kişniş) Mardin mutfağının en belirgin baharatıdır. Bu baharat, diğer şehirlerdeki toz halinin aksine Mardin’de tane olarak alınır ve pirinç havanlarda dövülerek yemeklerde kullanılır. İkbebet ve Erok gızbara baharatının bu halinden en çok nasiplenen yemeklerdendir.
“Taze yeni bahar” Mardin’de kaburga dolmasıyla bütünleşen bir baharattır. Bu yemeğin ana baharatı olan taze yeni bahar dolmadan elde edilen et suyuna, kahverengimsi bir renk ve karanfile benzeyen bir aroma verir.
“Pırpare” Ekşimsi tadı ile salatalarda kullanılan bir çeşit Mardin otudur. Ekşi köy yoğurdu ile de çok kullanılmaktadır.
Meyan kökü (ırksud). Şerbeti le Mardin sokaklarının ferahlatan ve doğal bir aromaya sahip olan meyan, Mardin halkının ramazan aylarındaki geleneksel içeceği olarak bilinir. Susamayı önlediğine inanıldığından sahur sofralarında sıkça yer alır. Ayrıca böbrek taşı düşürmeye de yardımcı olur.
“Mazruna Üzümü” Midyat ve köylerinde yetişen bir cins üzümdür. Özellikle tori köylüleri ile bütünleşmiş olan bu üzümün son hasadı çok lezzetli olur. Cevizli sucuk yapımında da kullanılır.
“Harire” Mardin’de taze üzüm suyu ile yapılan bir çeşit tatlıdır. Kışın üzüm suyu yerine harire yapımında pekmez de kullanılabilir.
Cevizli Sucuk (Ikude) Üzüm bağlarından toplanan mazruna üzümünün çuvallar içerisinde dövülerek, bu üzümden elde edilen suyun kaynatılması ile yapılan geleneksel bir Mardin yemişidir. Yerli beyaz su cevizi ile yapılanı bölgede en çok tercih edilen türüdür.
“Bestik”, Mazruna bağlarının son hasadından elde edilen tatlı üzüm suyundan yapılan pestil türüdür.
“Hımmıs” Mayıs aylarında yetişen taze nohuttur. Buket halinde, Mardin Pazar yerlerinde rahatlıkla bulunabilen bir mevsim yemişidir.
Mardin peynirlerinin güneydoğu gastronomisine katkısı tartışılmaz derecede büyüktür. Mardin peynirlerine hemen hemen her mevsim ulaşabilirsiniz. Mardin lavaş peyniri, Mardin bardak peyniri, Mardin dil peyniri, Göçer peyniri, Tuzsuz tatlı peynir, keçi peyniri, matfora peyniri, megbuse peyniri bunlardan bazılarıdır.
“Havdal”, cevizli sucuğunun ceviz ile harmanlanmada önceki üzüm suyunun nişasta ile kaynatılmış halidir.
Danuk (Selika), belirli mevsimlerde yapılan buğday kaynatmasıdır. Buğday dev kazanlarda saatlerce odun ateşinde kaynatılır. Mardin’de her sene yapılan buğday kaynatma günleri festival havasında geçer. Bütün ilçeler ve köyler aynı anda buğdayını kaynatıp damlarda güneşe sererler.
Goşte Maksut(Lahme Imneşşefe), buzdolabının olmadığı dönemlerde kurutularak muhafaza edilen ete verilen isimdir. Et tuzlanarak bünyesindeki su minimize edilir. Bu sayede etin bünyesindeki patojen bakteri oranı da minimize eilmiş olur.
Şeredin, Mardin’deki kasapların vitrinlerini süsleyen yöresel bir sucuk türüdür. Bu sucuk, diğerlerinin aksine oval olmayıp, şekil itibariyle basıktır. İçerisindeki baharatlardan dolayı etin fermantasyon süreci hızlı bir şekilde gelişerek et sucuğa dönüşür.
Kentin batısındaki geniş tepeler, M.S. 6. yüzyıl başında kentin inşası için taş ocağı olarak kullanılmıştır. Taş kesimi ile oluşan düzgün cepheler sonrasında mezarlık alanına dönüştürülmüştür. Dara’nın en etkileyici yapı gruplarından biri, ana kayanın yontulmasıyla oluşturulan mezarlarıdır. Kentin batısında uzanan geniş tepelerde, doğal kaya kütlesi oyularak derin ve geniş vadiler biçiminde kaya mezarlık alanları oluşturulmuştur. Bu alanda 3 farklı mezar tipi bulunmaktadır. Bunlar, Kaya mezarları (6-8. yüzyıl), Lahit tipli mezarlar (6.-8. yüzyıl) ve basit sanduka mezarlardır (8.-14. yüzyıl).
Dara’da kayalara oyularak yapılan oda mezarlarda, pagan ölü gömme kültür özellikleri görülmektedir. Bunun sebebi Pagan kültür özelliklerinin, Hristiyanlaşan halk üzerindeki etkisini uzun yıllar sürdürmüş olmasına bağlanmaktadır. Dara’daki halk, Hıristiyanlığa geçmesine rağmen, çoklu gömünün yapıldığı bu oda mezarları ve Pagan geleneklerini bir süre daha devam ettirmiştir.
Paganizm, ister insan, ister hayvan, toprak, bitki ya da kaya olsun; yaşayan her ruhun kutsallığına ve doğaya duyulan saygıya dayanan çok eski bir inanç sistemidir. Romalı için lahit tipli mezarlar, ruhların öteki dünyadaki mekânlarıdır. Ölen kişinin ruhu bu mekânda oturacak ve korunacaktır. Roma dönemi lahitleri bu anlayış ile şekillenmiştir. Hristiyanlığın gelenekselleşmesi ile basit sanduka mezarlara gömü başlamıştır.
DARA İSMİNİN KÖKENİ Dara isminin kökeni hakkında bilgi veren Evagrius, Malalas, Agapius ve Abu’lFarac gibi Antik ve Orta Çağ tarihçilerinin aktarımlarına göre; Pers Kralı III. Darius’un (MÖ 336-330) Büyük İskender’e (MÖ 336-323) karşı yaptığı savaşta öldüğü yerin, sonrasında Dara olarak adlandırıldığı ve Dara isminin kökeninin buraya dayandığı varsayılmaktadır. Dara isminin kökeni hakkında 13. yüzyıl Süryani tarihçisi Abu’l Farac (Bar Hebraeus) şu şekilde bahsetmektedir: “Hellen Kralı Büyük İskender ile Pers Kralı Darius burada savaşmış ve Darius burada ölmüştür. Bu nedenle de buranın ismi Dara’dır.”
KENTİN KURULUŞ AŞAMASI Dara ismi ve kuruluşu hakkındaki en eski kaynak, M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan Gnaeus Pompeius Trogus’un yazdıklarıdır. Gnaeus Pompeius Trogus’un kitabı ve içindekiler hakkındaki derlenmiş bilgiler, MS 3. yüzyılda yaşamış Romalı tarihçi Iustinus Frontinus tarafından “Epitome Historiarum Philippicarum Pompeii Trogi” adlı kitap ile günümüze gelebilmiştir. Iustinus, Dara hakkında bize şu bilgileri aktarmaktadır: “…Arsakes Parth devletini kurdu, askerler topladı, kaleler inşa etti ve kentlerini güçlendirdi. Zapaortenon (Masius=Turabdin) Dağı’nda Dara diye adlandırılan bir şehir kurdu ki, hiçbir yer bu yerden daha güvenli veya daha hoş olamazdı. Çünkü savunulmasına ihtiyaç duyulmayan, pozisyonu güçlü dik kayalar ile kuşatılmıştı ve bu yerin etrafındaki bereketli topraklarından elde edilen ürünleri depolanıyordu. O kadar bol miktarda akarsu ile beslenen kaynaklar ve o kadar çok ağaç vardı ki bir avın takibinin tüm hazları ile doluydu”. Antik kaynaklarda da belirtildiği gibi Dara’nın I. Anastasius Dönemi’nde (491-518) ilk kez iskân edilmiş bir yer olmayıp çok daha önceden de iskâna uğramış bir yerleşim yeri olduğu, kazılarda daha erken dönemlere ait buluntuların ele geçmesinden anlaşılmaktadır.
KENTİN ANASTASİOPOLİS İSİMLİ BİR GARNİZONA DÖNÜŞÜMÜ Roma’nın önemli sınır kentlerinden Nisibis’in (Nusaybin) M.S. 363 yılında Sasanilerin eline geçmesi ve daha sonra diğer önemli kentlerden Amida’nın (Diyarbakır) 502 yılında Sasaniler tarafından kuşatılması nedeni ile sınır güvenliğini arttırmak isteyen Doğu Roma İmparatorluğu, topraklarını korumak için Mezopotamya sınırlarında yeni garnizon kentler oluşturulmasına karar vermiştir. Dara, Doğu Roma İmparatoru Anastasius tarafından Garnizon kent olarak seçilmiş, M.S. 503-507 yılları arasında burada inşa faaliyetlerine başlanmıştır. Anastasius, kurduğu bu şehre kendi ismini (Anastasiopolis) vermiş, Mezopotamya bölgesinin yönetim ve idare merkezi yapmıştır. Anastasius döneminde küçük bir köy yerleşkesi üzerine kurulan kentin, bu alana kurulmasında, bölgenin stratejik ve korunmaya müsait konumda olması, su kaynaklarına yakın ve ovaya hâkim bir noktada bulunması önemli olmuştur. İmparator Anastasius’un kente kendi ismini vererek kenti onurlandırmasına rağmen, bölge halkı Dara ismini hiçbir zaman unutmamış, günümüze kadar bu ismi yaşatmıştır. Sasaniler, kendi sınırlarında yeni bir garnizon kurulmasına tepki göstermiştir. Bizans imparatoru II. Theodosius (M.S. 408-450) ile Sasani Kralı II. Yezdigirt (M.S. 438-447) arasında M.S. 441 yılında yapılan anlaşmaya göre, her iki devlette sınır bölgesinde askeri amaçlı istihkâmlar yapmama kararı almıştır. Anastasius’un sınır garnizonları kurması anlaşmanın ihlali anlamına gelse de, bu dönemde Ak Hun tehlikesiyle karşı karşıya olan Sasaniler Dara’da garnizon kurulmasına engel olamamamıştır. Dara (Anastasiopolis), I. Justinianus (M.S. 527-565) döneminde Sasaniler tarafından birkaç kez kuşatılmıştır. M.S. 530’da, Doğu Roma (Bizans) generali Belisarius’un Sasanilere karşı kazandığı zafere sahne olur. M.S. 540’da Sasaniler yeniden saldırıya geçer, ancak Bizans’ın İtalyan asıllı komutanı Martin’in savunduğu kenti yine ele geçiremezler. Karşılıklı mücadelelerle geçen bu süreçte, İmparator I. Justinianus (M.S. 527-565) ve II. Justinus (M.S. 565-578) dönemlerinde kentin güçlendirme ve geliştirme faaliyetleri sürdürülmüştür. Önemli bir coğrafi konuma sahip kent, Romalılar için önemli askeri bir garnizon olmasının yanı sıra, kuzeyde Karadeniz kıyılarından Kafkasya’ya, güneyde Basra Körfezi’nden Doğu Akdeniz kıyılarına uzanan ticaret yolları ile kültürler arası alışverişin bağlantı noktasında yer almasıyla da önemli bir yerleşim olma görevini üstlenmiştir. Dara, M.S. 573-591 ve 606-620 yılları arasında Sasani Devleti hâkimiyetine girmiş,620’den 639 yılına kadar Doğu Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde kalmıştır. 640’da Dara ile birlikte Kuzey Mezopotamya’nın büyük bir kısmı Arap hâkimiyetine girmiştir. 10. yüzyılda yeniden Doğu Roma hâkimiyetine giren Dara, M.S. 1150’de Artuklu Beyi Timurtaş tarafından kuşatılıp alınmış, Mardin Artuklu Beyliği’ne bağlı bir kent haline gelmiştir. 1251 – 1259 yılları arasında İlhanlılar tarafından tahrip edilen kent, bu tarihlerden itibaren yavaş yavaş terk edilmiş, 14. yüzyılda küçük bir köy yerleşkesine dönüşmüştür. Mevcut Dara köyü yerleşimi ise, 18. yüzyılın sonlarına dayanmakta olup, görkemli Roma kentinin üzerinde varlığını sürdürmektedir.
KONUM Mardin’in 30 km güneydoğusunda, Nisibis’in (Nusaybin) 20 kilometre batısında, Suriye sınırına yaklaşık 10 kilometre mesafede yer alan Dara Antik Kenti, coğrafi olarak Mezopotamya Ovası’nın bitip Tur Abidin Dağları’nın başladığı yerde ykonumlamaktadır. Kireçtaşı ana kaya üzerine kurulan kent, ortasında Antik Çağ’da “Cordis” olarak adlandırılan, günümüzden yirmi yıl öncesine kadar aktif olan bir derenin, her iki yanında yer alan kalıntılardan oluşmaktadır.